r Denizin Ortasında | beyazperde tv

27 Aralık 2015 Pazar

Denizin Ortasında

Share & Comment

Oscar ödüllü Ron Howard’ın (“A Beautiful Mind”) yönettiği aksiyon macera “In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında”, Essex’in dramatik gerçek yolculuğunu konu alan, Nathaniel Philbrick’in en çok satan kitabına dayanıyor.
1820 kışında, New England balina gemisi Essexkimsenin inanamayacağı bir şeyin saldırısına uğradı: Neredeyse insanlara özgü bir intikam dürtüsüne sahip, dev cüsseli bir balina. Gerçek bir deniz felaketi olan olay Herman Melville’in Moby-Dick’ine ilham kaynağı olacaktı. Ama roman hikayenin yalnızca yarısını anlattı. “In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında” bu karşılaşmayı takip eden dehşet verici olayları konu alıyor: Geminin sağ kalan mürettebatının sınırlarını sonuna kadar zorlayan, onları akla gelemeyecek şeyler yapmaya mecbur bırakan olayları. Sarsıcı fırtınalar, açlık, panik ve umutsuzluk karşısında bu adamlar, hayatlarının değerinden yaptıkları işin ahlakına kadar, en derin inançlarını sorgulayacaklardı.
In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında”nın başrollerini paylaşan isimler ve üstlendikleri roller şöyle: Geminin deneyimli ikinci kaptanı Owen Chase rolünde Chris Hemsworth (“The Avengers”, “Rush”); deneyimsiz Kaptan George Pollard rolünde Benjamin Walker (“Abraham Lincoln: Vampire Hunter”); üçüncü kaptan Matthew Joy rolünde Cillian Murphy (“The Dark Knight Rises”); ve araştırmaları sayesinde otuz yıl sonra olayların gün ışığına çıkmasına yardım eden romancı Herman Melville rolünde Ben Whishaw (“Spectre”, “The Danish Girl”). Ayrıca, Tom Holland (“The Impossible”) filmde denizci Tom Nickerson’ın gençliğini, Brendan Gleeson (“Edge of Tomorrow”, “Suffragette”) ise Nickerson’ın 30 yıl sonraki halini canlandırdı.

Howard’ın yönettiği filmin senaryosu Charles Leavitt’e (“Blood Diamond”), hikayesi Charles Leavitt, Rick Jaffa ve Amanda Silver’a (“Jurassic World”) ait. Film, Kurgu Olmayan Roman dalında 2000 Ulusal Kitap Ödülü almış olan, Nathaniel Philbrick imzalıIn the Heart of the Sea: The Tragedy of the Whaleship Essex adlı kitaba dayanıyor.

YAPIM HAKKINDA
Dünyanın kıyısına yolculuk ediyorduk. Yuvamızı ardımızda bıraktık, gümüş bir umut için…doğruyu aramak için.

Bu, tüm zamanların en önemli deniz yolculuğu hikayelerinden biridir: Nantucket’tan yola çıkan Essexadlı balina gemisi bir deniz canavarının —eşsiz bir boyuta ve niyete sahip beyaz bir balina— saldırısına uğrar. Sadece birkaç mürettebat hayatta kalır. Onların da olağanüstü zorlukların üstesinden gelmesi gerekmektedir ki hayatta kalıp hikayelerini anlatabilsinler. Fakat o dehşet verici yolculuktan sonraki 200 yılda, gerçekler tarihin içinde eridi, ilham kaynağı olduğu ünlü romanın, Herman Melville’in Moby-Dick’inin gölgeside kaldı. Şimdi yönetmen koltuğunda Ron Howard’la, Essex efsanesi, geminin cesur mürettebatı ve o mitleşmiş beyaz balina “In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında” ile ilk kez beyaz perdeye taşınıyor.
Moby-Dickbir kurgu; oysa “In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında” Melville’in klasikleşmiş romanını besleyen gerçek destanı hayata geçiriyor. Howard bu konuda şunları söylüyor: “Essex’in gerçek hikayesi muhteşem. Çok sahici; özünde zengin ve sinematik; pek çok iniş çıkış ve sürpriz barındırıyor. Ayrıca, film geçmişte geçiyor olsa da, ilişkiler, hayatta kalma, insanlık ve doğa gibi bugün de özdeşleşebileceğimiz, düşündürücü temalara sahip; tüm bunlar insan olarak kim olduğumuza dair hassasiyetlerimizle bağlantılı.”
Howard senaryoyu ilk olarak, “Rush”ta birlikte çalıştıkları sırada, aktör Chris Hemsworth’ten aldı. Bu filmde Essex’in ikinci kaptanı Owen Chase’i canlandıran aktör, “Daha en başından senaryoya bayıldım” diyor ve ekliyor: “‘In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında’ kahramanlığı ve akla gelebilecek her yolla insanların sınırlarının ötesinde test edilişini konu alıyor. Balinanın olayları terse çevirmesinin getirdiği psikolojik gerilim de çok ilgimi çekti. Bu hayvanın resmedilişiyle ilgili çok gizemli bir şey var —balina neden saldırıyor; bu, Essexmürettebatının daha önce hiç görmediği bir şey. Avcı av oluyor.”Essex’in kaptanı George Pollard rolünü üstlenen Benjamin Walker, balina avcıları ile balina arasındaki ölümcül çarpışmanın öğelerden yalnızca biri olduğunu belirtiyor: “Bu hikayede üç büyük sınav yer alıyor: İnsan insana karşı, insan doğaya karşı, insan kendine karşı. Bu sınavları nasıl geçecek ve hayatta kalacaklar? Filmin temeli bu. Ama güzelliği de burada; insan ruhunun dayanıklılığını görüyorsunuz.”Howard, Hemsworth’ün ilk olarak proje konusunda kendisine gelişini şöyle aktarıyor: “Essexhakkında hiçbir şey bilmiyordum ve senaryonun fazlasıyla gerçek olaylara dayandığından haberim yoktu. Bunun hakikaten yaşandığını öğrendiğimde, aklım şaştı. Hemencecik, katıksız ve yoğun olacak bir film hayal etmeye başladım… kendimin izlemek isteyeceği bir film; ki bu, benim için çok önemli bir kıstastır.”
Essexve mürettebatının olağanüstü yolculuğunu Nathaniel Philbrick In the Heart of the Sea: The Tragedy of the Whaleship Essexadlı kitabında anlattı.Nantucket’ı memleketi addeden yazar ve tarihçi Philbrick, bu küçük Massachusetts adasının adını duyuran balinacılık sektörüne uzun zamandır ilgi duyduğunu söylüyor: “Kitap Nantucket’ın Amerikan balinacılığının başkenti olduğu günlerde yaşanan bu olaya duyduğum meraktan doğdu. İçime işleyen bir hikayeydi bu.”
Philbrick’in talihsiz yolculuğunun ayrıntılı anlatımı yapım ekibi ve oyuncular arasında benzer bir etki yarattı. Yapımcı Paula Weinstein bunu doğruluyor: “Kitap kesinlikle çok sürükleyiciydi; okumaya ara veremiyordum. Böyle bir şey olduğunda, tutku duyabileceğiniz bir proje olacağını biliyorsunuz. Ayrıca, hikayenin konusunu da çok çağdaş buldum. Kıyafetleri ve mekanı değiştirdiğinizde, bugün bile bulabileceğiniz kadar çağdaş bir hikaye olurdu çünkü hırs ve fedakarlık gibi; erkekler ile babaları, kadınlar ile kocaları, hayvanlar ile doğa, hayat ile ölüm gibi zamandan bağımsız temaları irdeliyor.”
Howard’ın yapımcı ortağı Brian Grazer ise şunları söylüyor: “Doğru ve değerli olduğuna inandıkları şeyi yapan erkeklerin bakış açısıyla deneyimlenmiş bir olay; bunun ahlaki karmaşıklığına tanık oluyoruz. Ama tüm bunlar açık denizlerde aşırı derecede dinamik olan aksiyon dramanın ötesine geçiyor.”Bu sadece bu adamların ve yolculuklarının hikayesi değil” diyor yapımcı Will Ward ve ekliyor: “Aynı zamanda, müthiş bir hayatta kalma ve bir insanın kendisinin ve başkalarının hayatını kurtarmak için ne kadar ileri gitmek isteyebileceğinin hikayesi. Senaryoyu okuyup bu dünyayı araştırırken beni çok şaşırtan şey, bu erkeklerin geçinmek için bu işi yapıyor olmasıydı. Her seferde birkaç yıl boyunca, 25-30 metrelik gemilerle açık denizde gezmeleri ve balina gördüklerinde küçük sandallarla bu dev hayvanların peşinden gitmeleriydi. Gerçekten inanılmaz.”
Son yıllarda, modern toplum balinaların son derece gelişmiş zeka ve duygulara sahip, sezgili canlılar olduğunu artık biliyor. Ancak, hikayeyi Rick Jaffa ve Amanda Silver’la birlikte yazmış olan senarist Charles Leavitt bu erkeklerin geçim kaynaklarının geçmiş zaman prizmasından görülmesi gerektiğine dikkat çekiyor. “Balinacılığı yücelten bir film değil bu; tam tersine, bunun ne kadar vahşice olduğunu gösteriyor” diyor Leavitt ve ekliyor: “19. Yüzyılın başındaki balinacılık sanayi esasen birileri yere delik açıp topraktan petrol çıkarmayı akıl etmeden önceki petrol sanayiydi. Balık yağı Amerika ve Avrupa’nın lambalarını yakıyordu. Anne babalar bebeklerini balina kemiğinden yapılmış beşiklerde sallıyorlardı; mobilyalar, kadınların korseleri ve daha pek çok temel eşya balinaların yan ürünüydü. Fakat bu balina gemilerindeki adamların hayatları harcanabilirdi; onlar şirket bilançosunun girdi kalemlerinden biriydiler sadece.Leavitt şöyle devam ediyor: “Hikaye ‘doğaya karşı insan’ olarak tasvir edildi ama gerçek şu ki hiçbir ‘karşıtlık’ olmamalı çünkü insan da doğanın bir parçası. Ancak ne yazık ki o dönemdeki Batı toplumuna hakim tavır bu değildi. İnsanın doğanın egemeni olduğuna inanıyorlardı ve bu tavır tüm hayvanları kapsıyordu. Balinalar toplanacak mahsulden ibaretti.”
Grazer ise şu gözlemde bulunuyor: “İzleyicilerin bu balina avcılarının kültürünü anlayabilmesi Ron’un sinematik olarak o dünyayı yaratmadaki yeteneğiyle çok alakalı. Kendisi özellikle karakterleri insanileştirmede ve onları çok katmanlı yapmada çok iyi. Dolayısıyla, bu adamlar açık okyanusta hayatta kalma mücadelesi verirken metamorfoz geçirdikçe onların tüm farklı yönlerini göreceksiniz.”
Weinstein filmin olabilecek en iyi ellerde olduğunu ifade ediyor: “Ron’la çalışma deneyimi hakkında ne söylesem azdır. Olağanüstü bir yönetmen —güçlü ve net, çalışkan, işbirlikçi ve açık. Bir yapımcı olarak, usta bir sinemacıya emanet ediyorsanız bir projeyi emanet etmek zor değildir; işte Ron bunu ve daha pek çok şeyi mümkün kılıyor.”
Hemsworth’ün yönetimindeki oyuncular da aynı hisleri paylaşıyorlar. “Ron tanıdığım insanlar arasında en büyük kalbe ve en iyi çalışma ahlakına sahip” diyor Hemsworth ve ekliyor: “Sinemacı olarak, sınırları her zaman zorluyor. Kariyeri boyunca yaptığı filmlere baktığınızda, onları tek bir kutuya koyamıyorsunuz: Dev komedilerden zorlayıcı dramalara ve büyük aksiyon filmlerine imza attı; üstelik tüm bunları dört dörtlük ve zeki bir şekilde yaptı. ‘In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında’ hepimiz için çok meşakkatli bir projeydi. Böyle bir işe giriştiğinizde, birbirinizle kol kola olmalı, birbirinizi desteklemelisiniz. Ron bizi sürekli olarak zorladı ama oyuncu olarak istediğiniz bir şeydir bu —size meydan okunması ve ilham verilmesi.”Walker bunu doğruluyor: “Ron işlerin spontane ve hızlı yürümesinden hoşlanıyor. Bu yüzden de, sete geldiğinizde hazırlıklı olmanızı bekliyor. Buna saygı duydum ve olumlu karşıladım. Her kaydı çoklu kamerayla çekti çünkü okyanustaki bu adamlar için ölüm ile yaşamın ne kadar gelgitli olabildiğini yakalamak istedi. Bence filmi izlerken bunu hissedebiliyorsunuz. Adeta onun bir parçası oluyorsunuz, sanki geminin direğine saklanmışsınız ve etrafınızda olup biten bu olaylara tanık oluyorsunuz.”
Howard bunun her zaman amacı olduğunu belirtiyor: “Sinemaya gittiğimde ışınlanmak istiyorum; ‘In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında’yı izleyicileri ışınlamak için heyecan verici bir fırsat olarak gördüm. Onları gerçekten canlı, güzel bir şekilde bir serüvene götürmek istedim. Hikayeyi olması gerektiği gibi anlatmanın zorluklarla dolu olduğunu fark ettim ama bu zorluklar artık altından kalkılabilecek şeylerdi. İkna edici, heyecanlı ve filmin sunabileceklerine ilişkin beklentileri karşılayacak şekilde yapımı beyaz perdeye taşıyabilirdik.”Yapımcılar sinemaseverleri bir başka zamana ve yere etkili bir şekilde taşımak için, 1800’lerin ilk yarısındaki Nantucket’ı Leavesden-İngiltere’deki Warner Bros. Stüdyoları’nda yeniden inşa ettiler. Kilit sahnelerden bazılarını da Kanarya Adaları’nın en küçüklerinden La Gomera açıklarında çekerek, oyunculara Essex’in tam boyutlu bir kopyasında 19. Yüzyıldaki gemi yolculuklarını tattırdılar.Gerçekten inanılmaz bir macera” diyor Howard ve ekliyor: “Öte yandan, çok duygulu, ruh dolu ve ifade edilecek pek çok ilginç fikre sahip bir hikaye. Bu fikirleri ifade etmek için bizim müthiş oyuncu kadromuzdan daha iyi kim olabilirdi?”Joining Hemsworth ve Walker’ı tamamlayan isimler Cillian Murphy, Brendan Gleeson, Tom Holland ve Ben Whishaw’du.Oyuncularımız yapım boyunca gerçek fiziksel sınavlara maruz kaldılar ama rollerine hakkını vermeye kararlıydılar çünkü hikayenin hakikatine ve canlandırdıkları bireylere saygı göstermek istediler.
Essex trajedisi iki adamın hikayesi: Kaptan George Pollard ve ikinci kaptan Owen Chase.

OYUNCULAR

1800’lerin başındaki Nantucket, balina sanayinin bereketinden dolayı çok prestijliydi. Ve bu çerçevede, adada en çok saygıyı gören bir grup adam vardı. Philbrick bunu şöyle açıklıyor: “Nantucket’ın balina avcıları ‘doğru şeylere’ sahiptiler ve günümüzün savaş pilotları gibiydiler. Ana caddede yürürken caka satıyorlardı. Dünyanın en güçlü yaratıklarıyla savaşmak için daha önce kimsenin gitmediği yerleri keşfediyorlardı. Yani, bu adamlar havalıydılar ve biraz da kibirliydiler. Karadaki erkekleri, hatta diğer denizcileri küçümsüyorlardı. Bu yüzden, genç bir Nantucket erkeğiyseniz, balinacı olmak için yanıp tutuşuyordunuz.”
Fakat balina avcıları camiası içinde, diğer şeylerden çok kan bağına dayanan, belirgin bir kast sistemi vardı. Owen Chase limana tekrar tekrar rekor düzeyde yağ getiren yetenekli bir balina avcısıydı. Yine de, balina avcısı bir ailenin çocuğu olmadığı için Essex’in kaptanlığı kendisine verilmedi.
Chris Hemsworth şunu söylüyor: “Chase kaptan olmaya yeterli niteliklere ve yeteneklere sahip, işçi sınıfından bir adam ama doğru ailenin çocuğu olarak doğmamış. Seçkin bir aileden gelmediği ve doğru soyadına sahip olmadığı için, kaptanlığı George Pollard’a kaptırıp kendisi ikinci kaptanlıkla yetinmek zorunda kalınca büyük hüsran ve öfke yaşıyor.”
“Chase kahraman ruhlu, asil ve karizmatik” diyen Howard, şöyle devam ediyor: “Ama kusurları da var. Kendini kanıtlama ihtiyacıyla hareket ediyor ve bunu gereksiz bir takıntı haline getiriyor. Chris, karakterin her yönünü bazen tek kelime etmeden yansıtan cesur bir aktör. Onun performansı sayesinde, Chase derinlemesine tanıma fırsatını gerçekten buluyoruz.”
Chase’in George Pollard’a karşı içten içe yanan öfkesi yeni kaptanın deneyimsizliğiyle daha da pekişir. Hemsworth bunu doğruluyor: “Chase kendisinin kaptan olabileceğini pekala bildiği için ikisinin arasında çok fazla sürtüşme var; Pollard’ın da derinlerde bir yerde bunu biliyor olması çok muhtemel. Her ikisi de mürettebat üzerinde otorite kurmaya çalıştığında, ortaya çok tehlikeli bir senaryo çıkıyor çünkü işlerin nasıl yapılacağı konusunda çatışan fikirleri var. Mürettebat kime güvenmesi gerektiğini sorguluyor çünkü Pollard kaptan ama Owen Chase daha bilgili.”
Pollard komuta yetkisine sahip olmasına rağmen, o konuma hak ederek getirilmediğini bildiği için kararlarından sürekli olarak kuşku duyuyor. “George Pollard ne olmak istediğine kendi karar vermemiş” diyen Walker, şöyle devam ediyor: “Köklü bir balina avcısı ailenin oğlu olduğu için, Pollard isminin hakkını verme sorumluluğuyla yetiştirilmiş… bunun için yeterli olsa da olmasa da. Üzerinde çok büyük bir baskı var. İşte bu baskıyı anlarsanız, George Pollard’ı da anlarsınız.”Howard ise, “Ben Walker mükemmel bir aktör. Zafer elde etme, balina avlama ihtiyacı ile değil de aile isminin omuzlarına yüklediği bazı ideallere ulaşma sorumluluğuyla hareket eden Pollard gibi bir karakterin karmaşıklığını anlayacak zekaya ve sezgiye sahip” diyor.Walker’ın canlandırdığı karakterle ilgili yorumu da şöyle: “İlk kaptanlığıyla bu fırsatı yakalıyor ki bu gayet iyi ve hoş… ta ki ikinci kaptanlığa Owen Chase atanana kadar. O noktadan itibaren iki adam arasında yaşanan mücadele, Pollard’ı aile bağlamı dışında kim olduğunu çözmeye zorluyor. Bence bu çok ilgi çekici… bir insan doğanın şartlarıyla sınandığı sırada kendini keşfetmeye çalışıyor.”Hemsworth bu görüşe katılarak, şunu söylüyor: “Öncesi ve sonrası en çarpıcı bulduğum yönlerden biri: Hayatta kalan adamlar yaşadıkları şeye nasıl tepki veriyorlar. Hepsi de maceranın sonunda başındakinden bambaşka insanlar oluyorlar. Evlerine döndüklerinde, kendilerine ve dünyaya nasıl bakacaklar? Balina avcılığına nasıl bakacaklar? Tekrar denize açılıp balina avlayacaklar mı? Yoksa, ‘Belki bu yanlış bir şeydir. Belki burada alınacak bir ders vardır’ mı diyecekler.
Kaptan ile ikinci kaptan arasındaki çekişmede suları durultmaya çalışmak üçüncü kaptan Matthew Joy’a düşer. Rolü canlandıran Cillian Murphy, “Matthew; Chase ile Pollard arasındaki gergin ilişkiye aracı olmaya çalışıyor. Hoşuma giden şey onun sağladığı geçmiş derinliği. Chase’e yakın olduğu belli; hemen hemen 13 yaşından beri birlikte denize çıkıyorlar. Ayrıca, Matthew’nun yeni bir sayfa açmış eski bir alkolik olduğunu görüyorsunuz. Oynaması oldukça ilginç bir karakterdi” diyor.Murphy senaryo ve yönetmeni de aynı ölçüde ilgi çekici bulduğunu ekliyor: “Senaryoyu okuduğumda bunun şu sıralar pek görmediğimiz, büyük ve güçlü bir macera olduğunu hissettim. Elinizden bırakamadığınız türde senaryolardan biriydi; ve yatağa gittiğinizde, ertesi gün uyandığınızda hâlâ onu düşünüyordunuz.”
Murphy şöyle devam ediyor: “Ayrıca bir de, yıllardır filmlerine bayıldığım Ron’la çalışma fırsatı söz konusuydu. Setin atmosferini belirleyenin yönetmen olduğunu ve bunun çekim ekibi ve oyunculara yansıdığını her zaman söylerim. Bir Ron Howard setinde, son derece pozitif bir atmosfer olur; üstelik, yapımın ve her bir karakterin her ayrıntısına dikkat eder. İşte bu coşku ve sinema keyfi bulaşıcı bir şey. Ondan bunu alıyorsunuz.”
Farklı kuşaklardan iki oyuncu Thomas Nickerson karakterinin 30 yıl öncesini ve sonrasını canlandırdılar: Genç Tom Holland, Essex’le,ilk balina avına çıkan 14 yaşındaki miço rolünü; deneyimli aktör Brendan Gleeson ise çoğu artık görünmez olsa da yaşadığı ölüm-kalım savaşının izlerini hâlâ taşıyan adam rolünü üstlendi.
Howard bu konuda şu açıklamayı yapıyor: “İki Nickerson’ımız bize hikayenin hem ilginç hem duygusal olan bireysel yönlerini irdeleme fırsatı sundu. Filmde bir çocuğun gözlerinden aktarılan maceranın tehlike ve heyecanı, bir adam tarafından hatırlanan trajedinin travması var.”
Tom Holland genç Nickerson’ı “tanıdığım en çetin ceviz çocuklardan biri” olarak niteliyor ve, “Öksüz bir çocuk, kimsesi yok. Üstelik, bu yolculuğa yıllardır balina avcılığı yapan sert adamlarla çıkıyor; ve gerçekten de ne yaptığı konusunda hiçbir fikri yok. Dolayısıyla, yolculuğa merakla ve hazır bir şekilde başlıyor ama kendisini neyin beklediğini aslında bilmiyor” diyor.
Otuz yıl sonra, Nickerson’ın —artık Essex’ten kurtulanların sonuncusu olarak— peşini hâlâ bırakmayan olayları anlatmaya zorlandığını görüyoruz. Brendan Gleeson bu konuda şunları söylüyor: “Bu korkunç şeyi yaşadığında yalnızca bir çocukmuş ve olup bitenlerin dehşetini hiç anlatmamış. Yıllar boyunca bastırdığı bu şey aslında onun yiyip bitiriyor. Nihayet kendini bu konuyla yüzleşmeye hazır hissettiğinde, içini tamamen boşaltıyor.”
Nickerson’ı yaşadığı felaket konusunda konuşması için sıkıştıran kişi Herman Melville adında genç bir yazardır. Charles Leavitt senaryonun çerçevesini nasıl yarattığını şöyle açıklıyor: “Essex’in gerçek hikayesi ile Melville’in büyük Amerikan romanı Moby-Dick’i yaratırkenki yazım sürecinin kurgusunu birleştirmek istedim. Filmin anlatımı Nickerson’ın bakış açısından; ama Melville’in hayal gücünün nerelerde harekete geçtiğini seçebiliyoruz.”
Artık efsaneleşmiş bir yazar olan Melville’i canlandıran Ben Whishaw şunları kaydediyor: “Film Herman Melville’in gerçeklere duyduğu açlıkla başlıyor. Söylentiler duymuş ve Essex’te gerçekte yaşanılanlarla ilgili bir örtbas olduğuna inanıyor. Benim karakterim, bir bakıma, sonunda Nickerson’a hikayesini anlattırmayı başarmış olması açısından filmin lokomotifi. Aralarında yaşananlar bir ruhun karanlık gecesinin aydınlanması gibi. Gece boyunca her şeyi konuşuyorlar ve sonunda birbirlerine yepyeni bir gözle bakıyorlar.”
Nickerson, eşinin (Michelle Fairley) desteği olmasa, yazara içini dökmeyebilirdi. Gleeson, “Nickerson’ın karısı, kocasına hikayeyi anlattırması için, Melville’i cesaretlendiriyor çünkü bunun onlar için tek umut olduğuna inanıyor. Kadın olan bitenlerin tam boyutunu bilmiyor ama bütün hayatları boyunca başlarının üzerinde gezen bu kara bulutla yaşamışlar ve kocası gitgide kötüleşiyor” diyor.
Howard da şunu söylüyor: “‘In the Heart of the Sea/Denizin Ortasında’ aslında bu erkeklerin hayatlarındaki kadınlarla çok ilgili çünkü Nantucket’ın ve balinacılık sanayinin tarihinde esas hayatta kalanlar kadınlardı. Erkekler her seferde senelerce uzakta oldukları için, adayı çekip çeviren kadınlardı. Çocukları yetiştirmenin ve evlerini idare etmenin ötesinde toplumu yönetiyorlardı.”
Kocası giderken ilk çocuklarına hamile olan ve kocasından döneceğine dair söz alan, Owen Chase’in sevecen karısı Peggy’yi Charlotte Riley canlandırdı. Howard’a göre, “Owen’ın karısıyla ilişkisini görmek onun karakterini anlamamız açısından çok önemli. Hikaye eve dönmenin bir yolunu bulmaya odaklanınca, Owen’ın kendi hayatının dışında savaşmaya değer çok daha anlamlı bir şeyi olduğunu bilmemiz gerekiyor. Önemli olan ailesi ve sevdiği kadın.”
Pollard ve Chase’le birlikte denize açılan diğer isimler şöyle: Caleb Chappel (Paul Anderson); Nickerson’ın ergen arkadaşı Barzillai Ray (Edward Ashley); geminin aşçısı William Bond (Gary Beadle); Ramsdell (Sam Keeley); Richard Peterson (Osy Ikhil); Benjamin Lawrence (Joseph Mawle); ve Pollard’ın kuzeni, dolayısıyla nüfuzlu bir diğer balina avcısı ailenin üyesi Henry Coffin (Frank Dillane). Beyaz balinayla ölümcül bir karşılaşma yaşamış ve Essex mürettebatını onları bekleyen tehlikeye karşı uyarmaya çalışan bir İspanyol balina gemisi kaptanını ise Jordi Mollá canlandırdı.

Canavarlar… gerçekler mi? Yoksa hikayeler sırf denizin karanlık sırlarına saygı duymamızı sağlamak için mi varlar?

BALİNA

Hiç şüphesiz, beyaz balina dramada kilit rol oynuyor; dolayısıyla, onun yaratımı çeşitli departmanların uzmanlıklarını birleştirmesini gerektirdi. Howard bu konuda şunları söylüyor: “Kaşalotların davranış biçimleri ekipçe araştırdığımız ve analiz ettiğimiz bir şeydi. Bu canlıları daha iyi anlamak için deniz memelileri uzmanları ve deniz biyologlarıyla görüştük. Beni en çok ilgilendiren şey, bunun neden olduğuydu. Bir geminin amansız bir şekilde bir balinanın saldırısına uğraması hiç duyulmamış, benzersiz bir şeydi; son derece akıl almaz bir olaydı. Bu hayvanın kaçınılmaz bir çarpışmaya varacak derecede zorlanarak, kırılma noktasına geldiğine inanmaya başladım.”
Yapım tasarımcısı Mark Tildesley ise, “Balinaların filmde varlığını hissettirmesi sağlamalıydık. Birkaç beyaz balina görüntüsü denedik ve muhteşem oldular ama ne yazık ki, düz beyaz renkte çok gerçeküstü ve sakin görünümlüydüler. Oysa araştırmalarımız sırasında öğrendik ki pek çok beyaz balina yaşlandıkça deri kaybı yaşıyorlarmış. Bu yüzden, balinanın rengini koyulttuk ama derilerinin döküldüğü yerlerin arasından beyazlıkları görüyorsunuz” diyor.
Görsel efektler yapımcısı Leslie Lerman ise şunu ekliyor: “Ayrıca, insanlarla ve diğer yırtıcılarla giriştiği mücadelelerden ötürü yara izleri de var. Dolayısıyla, görüntüsü yaşadığı zorlukları yansıtıyor.”
Balina, Lerman ve GE amiri Jody Johnson’ın başını çektiği görsel efekt ekibinin yarattığı bilgisayar yapımı görüntülerle hayata geçirildi. Johnson şunları söylüyor: “Bu iş özellikle zordu çünkü dev boyutlu ve çok güçlü bir yaratık söz konusuydu. Sınırları zorlarken izleyiciyi gerçek dünyadan koparıp fantezi alemine sürüklememeye özen göstermeliydik. Başroldeki balinayı, ya da herhangi bir balinayı içeren bir aksiyon sekansı tasarladığımızda, uzmanlara gönderip ne denli gerçekçi olduklarını tartıştık ve başka önerileri olup olmadığını sorduk. Bu bize çalışma alanımız için geniş bir yelpaze oluşturdu. Başroldeki balinayı referans çerçevemizin dışına çıkaran şey dev ölçüleriydi: 28 metre boyunda, yaklaşık 80 ton ağırlığında ve 6 metrelik bir kuyruğa sahipti. Oysa gemicilerin gördüğü diğer erkek kaşalotlar yaklaşık 15 metre uzunluğunda, yani bu canavarın neredeyse yarı boyundaydılar.
Paula Weinstein, balinayı diğerlerinden ayıran tek şeyin cüssesi olmadığına dikkat çekiyor. “Bana göre, bu balina doğanın ‘Yeter!’ deyişi. Balina avcılarına yaşadığı suları istila etmeye ve ailesini öldürmeye bir son vermelerini elinden gelen tek şekilde söyleyen bir koruyucu. Ve yaşadığımız devir düşünüldüğünde, bu çok önemli. Bence izleyiciler Chase, Pollard ve diğer adamların hayatta kalıp eve gitmelerini isteyecek, ama bir yandan da balinayı alkışlayacaklar. Filmi çok daha ilginç kılan da işte bu duygu karışımı.”

Balina yağının şehirlerimizi daha önce hiç olmadığı gibi aydınlatabildiği keşfedildiğinde, küresel bir talep oluştu. Bu, insanoğlunu mavi bilinmeyenin daha derinlerine itti.
Tags: ,

Written by

We are Creative Blogger Theme Wavers which provides user friendly, effective and easy to use themes. Each support has free and providing HD support screen casting.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

ÇOK OKUNANLAR

SON YAYINLAR

Why to Choose RedHood?

Copyright © beyazperde tv | Designed by Templateism.com